6-11 Temmuz 2016
AMSTERDAM
Yine son dakika yapılan bir tatil planı… 9 günlük bayram tatilinde Türkiye’deki her yer dolu veya çok pahalı olunca Türkiye’de tatil yapmayalım diye karar verdik. Benim işim sebebiyle bu sene resmi tatil zamanları haricinde uzun bir tatil yapma şansım yok, hazır da resmi tatil varken o zaman değerlendirmek lazım diye düşündük ve Avrupa’ya karar verdik. Bayramın 1. gününü de ailelerimizle geçirelim diye düşününce geriye kaldı 5 gece*6 gün… İlk başta Amsterdam – Belçika – Paris diye düşünüyorduk ama çok yorucu olmasın ve güzelce gezelim diye Belçika’yı başka bir zamana bırakmaya karar verdik ve 2 gece Amsterdam 3 gece Paris planladık.
Bu arada bayram tatiline 10 gün falan var, ve vizemiz yok 😦 Neyse ki ertesi güne vize rezervasyonu yaptırabildik. Uçak biletlerimizi de THY’den millerle aldık…Belgeleri hazırladık ve ilk giriş ülkemiz Hollanda diye Hollanda konsolosluğuna gittik ki bi de ne öğrenelim; meğer ilk giriş yaptığın ülke değil en uzun kaldığın ülkeden vize almak lazımmış… Tekrar rezervasyon tarihi al vs yetişmez diye otel rezervasyon tarihlerimizi değiştirip Hollanda’ya basvuruyu yaptık. Bir de orda yanlışlıkla iptal edilemez rezervasyon yaptırdığım için mecburen Amsterdam’da 3 gece Paris’te 2 gece kaldık :)(tatil planları konusunda fena halde formdan düşmüş durumdayım)
Neyse ki vizemiz çıktı ama sadece 3,5 ay… Zaten başvuru süreci inanılmaz sıkıcı, bir daha Avrupa’ya gitmeme kararı aldık 🙂 Bu 3,5 ay gittik gittik sonra yok 🙂
Neyse tatil kesinleştiğine göre o zaman tatil detaylarını planlayalım.. Benim en sevdiğim yöntem ilk önce blog yazılarını okumak… Gidenlerin yaşadıklarını ve tavsiyelerini okurken en doğru planı yapabiliyor bence insan. Bir de en sevdiğim seyahat kitabı National Geographic’in şehir özelindeki kitapları. Belli başlı şehirler için hazırlanan bu seyahat kitabında, gezilecek yerler ve detayları, 1 günlük-2 günlük rotalar, çocukla uygun rotalar, yemek yenilecek yerler vs. gibi bilgiler yer alıyor ve oldukça başarılı. Amsterdam için bulamadık ama Paris National Geographic kitabını da aldık. Bi de çok çok önemli bir nokta, muhakkak gitmeden (gidince internet hemen bulamayabilirsiniz veya internet yeterli olmayabilir) gideceğiniz şehirin offline map’lerini, metro maplerini, tripadvisor’ını vs. idirin… İnanılmaz işe yarıyor… (özellikle offline map…)
Günü kaybetmeyelim zihniyetimizden dolayı sabahın 8’indeydi uçağımız. ve bir hafta öncesindeki Atatürk Havalimanındaki saldırıdan ötürü 1 saat daha erken gelin diye uyarıyorlardı, bu yüzden 4:30da düştük yollara… Evden çıkar çıkmaz açtı gözlerini bizim minik gezgin 🙂 Tatil tatil diye diye düştük yollara… Neyse ki en sevdiği şey araba olduğu için uyanır uyanmaz arabaya bindiğinde huysuz olmadı…
Uçak biletlerini millerle aldığımız için bileti alırken bebek bileti alamamıştık. Bebek biletini havaalanından aldık (bu arada 2 yaşına kadar bebeğinize normal bilet almıyorsunuz kucağınızda gidebiliyor, sadece vergisini ödüyorsunuz – mille aldığınızda bebek bileti biraz daha pahalı oluyor -) Tabi rezervasyonumuz bebekli bilet olmadığı için bebekler için ayrılan ön koltuklarda oturamadık, doluydu. Uçağın tipine göre değişmekle beraber çoğu uçakta en az 2 tane, genellikle businesss’in hemen arkasındaki koltuklar için önlerinde bebek yatağı konulabilen bir alan bulunuyor. Böylece bebeğinizi orada uyutabiliyorsunuz. Normalde çok faydalı bir yatak özellikle uzun uçuşlar için. Hatta Qatar, Emirates gibi havayollarında bebekli yolcu gelmesi durumunda diğer yolcu check in yapsa dahi o koltuğu bebekli yolcuya veriyorlar. THY’de ne yazık ki böyle bir uygulama yok.
Bizim de şansımıza uçak çok boştu. Aramızdaki koltuğu boş bırakmalarını rica ettik, 3 kişilik koltukta rahat rahat gittik. Aklınızda bulunsun, bebekle yolculuk yaparken (hatta bazen bebek olmasa da) uçağın müsaitliğine bakar mısınız, mümkünse aramızdaki koltuğu bloke eder misiniz derseniz uçak müsaitse kesin yardımcı oluyorlar…
O zaman tatil başlasın!!!
4 saatlik uçak yolculuğu çok da kolay geçmiyor tabi… Arda öyle oturduğu yerde kucakta uyuyabilen bir çocuk değil 😦 ya kucakta dolaştırıcaksın (o sırada da uçakta ilgisini çeken çok şey oluyor, uyuma süresi bayaa uzuyor) ya da uyumaz… 1-2 saat oyalandı ama sonrasında hem çok uykusu geldi hem de huysuzlanmaya başladı…. Ayakta dolaşarak uyuttum bir şekilde… Son 1 saat rahat ettik 🙂
Otelimiz biraz şehrin dışındaydı… Vize başvurusu sırasında yanlışlıkla yaptığım rezervasyon.. İptal edilemez olduğu için de mecburen kaldık 🙂 Otel güzeldi aslında, önünde kocaman bir park vardı. Odalar parka bakıyordu ve Amsterdam manzarası önümüzdeydi. Tramwayla da yaklasık 15 dakikada merkeze inebiliyorduk. Amsterdam havaalanından çoğu otelin ücretsiz shuttle’ı varmış. bizimki 40 dakikada birdi ve şansımıza 5 dakika önce kalkmıştı ve saat 1 servisi yokmuş, yani 75 dakika beklememiz gerekiyordu, tren.tramway gideriz bi şekilde dedik ama keşke bekleseymişiz. Hemen hemen aynı zamanda vardık ve bayaa yorulduk…
Havaalanından 3 günlük tren/tramwayda geçerli bilet aldık, 3 gün boyunca onu kullandık. (Burdaki kritik nokta; saat olarak değil gün olarak hesaplanıyormuş. Yani 72 saat geçerli
değil, 3. gün saat 24’ten sonra bileti kullanamıyorsunuz)
Neyse tren/tramway/yürüyüş sonunda otelimize eşyalarımızı bıraktık ve doğruca Central Station’a gittik. Burası meşhur kocamaaann bisiklet otoparkını gördüğünüz yer. Bisikletler için bu kadar kocaman bir otopark olduğuna göre şehirdeki bisiklet kullanım oranını siz düşünün. Şehirdeki bisiklet kullanımını ne kadar duymuş olsanız da insanın aklına bu kadar çok bisiklet kullanılabiliyor olacağı gelmiyor. Aman dikkat, bisiklet yoluna kazara girmeyin, iyi ihtimal çok sert bir tepki görürsünüz, çarpabilirler de… Burda bisikletli yayadan daha öncelikli kesinlikle… Çocuk olmasa en az 2 gün bisiklet kiralayıp gezmek isterdim ben de. Aslında bisiklet çocuk koltukları da mevcut (hem önünde hem arkasında 2 çocuk taşıyan kaç kişi gördük!!) ama çocuğun eşyalarıydı, bebek arabasıydı falan biz yapamadık ne yazık ki…
Kanal gezisi teknelerinin kalktığı yer de yine burası. Bizim ilk gün için hedefimiz kanal gezisi yapmaktı. Öncelikle şehri kanallardan görelim, sonrasında hem gezmek istediğimiz yerleri daha iyi belirleriz diye düşünmüştük.
Ama ilk önce yemek tabi… İstasyona yakın açık havada bir yerde oturup önce bi keyif yaptık… Temmuz olmasına ragmen hava da baya soğuk… Serin olacağını tahmin ediyorduk ama yaz ayında ne kadar olabilir diye düşündük. Yanımızda mont yoktu, sweatshirt ve atkı falan takarak geçti bütün seyahat, mont olsa kullanılırmış gerçekten… Bol bol üşüdük 😦 Seyahat için en iyi zamanın yaz ayları diye okumuştum, kışın ne kadar soğuk olacağını tahmin edemiyorum… Aslında hazırlıklı gitsen en güzel hava gerçekten… Nisan, Mayıs aylarında Lale festivali olduğu için o aylar da değerlendirilebilir.
Gelelim kanal turuna… Kuzey’in Venedik’i olarak adlandırılan Amsterdam’da kanal turu yapmadan olmazdı zaten… Yaklaşık 1,5 saat süren kanal turunda şehri kanallardan görme imkanı sağladık. Kulaklıklı anlatım ile (türkçe dil alternatifi de var) şehrin geneliyle ilgili bilgi edindik (Tabi Arda kulaklığı takmaya ne kadar izin verirse…)
Tur esnasında kanal üzerinde pek çok yüzen evleri de göreüyorsunuz. Bunlarda da elektrik, su mevcut.
Şehirdeki neredeyse tüm evler yan yatmış durumda. Dancing Houses (Dans eden evler) diyorlar bu duruma… Kanal gezisi yaparken en çarpıcı örneklerini de görebiliyorsunuz. Evlerle ilgili dikkat çekici başka bir ayrıntı ise, her evin üst kısmında bulunan kancalar. Evlerin merdivenleri o kadar dar ki eşyaların buralardan geçişi mümkün olmadığı için bu kancalarla eşyaları evin içerisine sokuyorlarmış.
Kanal turundan sonra Dam meydanına gittik ve çevresinde biraz dolaştık. Amsterdam Kraliyet Sarayı ve Madame Tussaud’s Müzesi burada. Biz ne yazık ki seyahatimizin kısa olması ve Arda’yla pek mümkün olmaması sebebiyle hiç müze gezemedik, ancak dışarıdan gördük tüm müzeleri 🙂 Eğer müzeleri gezebilme imkanınız varsa I amsterdam city card’a bakmanızı tavsiye ederim, hem 2 veya 3 günlük süre içerisinde pek çok müzeye, kanal turuna card ücreti dahilinde giriş sağlıyorsunuz, bazı müzelere indirim sağlıyor hem de toplu taşımayı da aynı süre içerisinde ücretsiz kullanabiliyorsunuz. Bi bakmakta fayda var.
Dam meydanı çok merkezi bir yer olduğu için Amsterdam’daki 2,5 günlük seyahatimiz boyunca pek çok kere uğradık, birşeyler yedik, çevresinde dolaştık. (Bu meydanda pek fotoğraf çekmemişiz 😦 )
Meshur Red Light Street de Dam meydanının orda diye duymuştum, geçerken şöyle hızlı bir tur da attık 🙂 Zaten gayet turistik bir alan, biz elimizde bebek arabasıyla gitdiğimizde (Arda uyuyordu neyse ki) kimse garipsemedi. Vitrinlerde iç çamaşırlarıyla telefonlaryla oynayan ve sigara (muhtemelen uyuşturucu) içen kadınlar vardı. Saat 6-7 civarıydı sanırım, pek bir yoğunluk da yoktu. Bölgede zaten uyuşturucu kokusunu hissediyorsunuz… Gelmeden okuduğum yazıların çoğunda şehirde hakim bir uyuşturucu kokusundan bahsediyordu ama biz Red Lİght civarı haricinde bunu çok hissetmedik…
Şehir düz bir şehir olduğu için ve mesafeler nispeten yakın olduğu için biz çok fazla tramway kullanmadık… Gunde ortalama 20-25 km yürüdük 🙂 Her yer aslında yürüme mesafesi sayılabilir. Tabi yürümeyi seviyorsanız…
İlk gün çok da geç olmadan saat 10 civarı (aydınlık bir havada 🙂 ) otelimize döndük. Gece saat 11 civarı hala havanın alacakaranlık olması ve saat sabahın 5inde havanın aydınlık olması çok da alışık olmadığımız bir durumdu tabi 🙂 Hele de Arda ilk sabah, sabanın 5:30unda uyanınca olan bana oldu 😦
Aslında 2. gün için 1 günlük yeldeğirmeni turlarından birini ayarlamayı düşünmüştük. Hem civardaki küçük kasabaları gezdiren yeldeğirmenlerine götüren turlar vardı. Hemen hemen her yerde de bunu satan yerler olmasına rağmen tur firmalarının kapanış saatini kaçırdık. Tabi hava çok aydınlık olunca akşam olduğunu algılayamadık sanırım 🙂 3. gün de havanın kötü olacağını söylemişlerdi, o yüzden yattı bizim yeldeğirmeni turu.. Bence çok keyifli olurdu, Amsterdam’a giderseniz eğer turlara bir gözatın…
O zaman 2. gün şehrin meşhur kanallarında, meydanlarında dolaşmak biraz keyifli vakit geçirmeye karar verdik.
Amsterdam’ın en meşhur 3 kanalı Prinsengracht, Keizersgracht ve Herengracht’ta 3 gün boyunca bol bol gezdik. Kanal etrafındaki az sayıdaki (Türkiyede olsa kanalın her yerinde kafeler olurdu ama burda bence çok azdı) kafelerinde Arda uyurken keyif kahvelerimizi içtik, elmalı turtalarımızı yedik (elmalı turtayı Hollandalılar keşfetmiş).
Bu meşhur kanallarda birbirini kesen 9 cadde (9 straatjes) isimli bir bölge var. Tasarım butikler, sanat atolyeleri ve güzel kafeler var. Buraları dolaştık.
Anne Frank House Müzesinin ne yazık ki sadece yanından geçebildik. Kapısında da ciddi bir kuyruk vardı. Eğer gitmeyi planlarsanız muhakkak biletinizi önceden internetten alın. (Anne Frank, Hitler döneminde ailesi ile birlikte bu evde 2 sene boyunca saklanmışlar. 16 yaşındayken ihbar edilmişler ve toplama kamplarına gönderilmişler. Aynı yıl babası dışında hepsi ölmüş.)
Sonra Begijnhof meydanında hem yemek yedik hem de Arda uyurken keyif yaptık. bizim en sevdiğimiz meydanlardan birisi oldu burası. Hem Arda koşturdu, kuşları kovaadı, enerjisini attı, hem yemek yediğimiz yer güzeldi. (Espirit Cafe, çok memnun kaldık). Sonra bir kez daha geldik hatta buraya…
Buraya çok yakın olan Bloemenmarkt yani Çiçek Pazarı’na gittik. Laleleri ile ünlü Hollanda’dan lale soğanı almadan gelmedik tabi… Eylül ayında ekiliyormuş, ekelim bakalım çıkacak mı 🙂
Bu arada Begijnhof’tan Çiçek Pazarına doğru giderken kanalın sol tarafında ufak bir mağaza inanılmaz original ürünler vardı. Mutfak – ev dekorasyon ile ilgili. Fiyatlar biraz pahalıydı ama mağazaya bayıldık.
Buradan istikamet başka bir meydan: Rembrandtplein etrafında pek çok kafe ve restoranın olduğu, ortasında çim alan bulunan bu meydana Arda bayıldı.
Sonra yine başka bir meydan; Leidseplein… (Buraya da yürüyerek geldik) Burası da ortada bazı müzik, balon vs. gösterilen yapıldığı etrafında da kafeler olan, ortasından tramway geçen bir meydan. Rembrandtplein kadar sevmedik ama balonlarla Arda burda oldukça keyifli vakit geçirdi.
3. gün de Museum plain (Rijkmuseum, Van Gogh Müzesinin ve meşhur I amsterdam yazısının olduğu alan) ve Vondel Park vardi planda… Tabi havanın bu kadar yağmurlu olacağını hesaba katmamıştık.
Kahvaltı için Dam meydanına gidiğ Simit Dünyasında (evet doğru duydunuz 🙂 ) kahvaltımızı ettikten sonra Museum Plain bölgesine gittik.Meşhur I Amsterdam yazısının önünde fotoğraf çektirmeye çabaladıktan sonra herkes müzelere girerken biz biraz havuza taş attık, havuzun etrafında arabalarımızı gezdirdik 😀 Sonra da müzeleri dışarıdan gezebildik…
Museumplein’deyken hava kapalıydı ama yağmurlu değildi. Buradan çok yakındaki Vondelpark’a (yürüyerek 5 dakika) gitmeyi planladık. Asıl sıkıntı parkta Arda eğlenir diye aslında 3-4 saat geçirmek istemiştik. Ama tam da Arda’nın uyku saatine geliyordu. Keşke önce parka gitseydik diye düşündük. Neyse dedik Arda uyusun bir kaç saat, alalım biz de biraz keyif yapalım. Ve daha parka gelmeden yağmur atıştırmaya başladı. Neyse ki, çok az yağıyordu. Oturduk içtik kahvelerimizi. Burası da Central Park gibi insanların bisiklete bindikleri (original bisikletler gördüğünüz 🙂 ), yürüyüş yaptıkları, çimenlerde veya banklarda oturup keyif yaptıkları devasa bir park. Yağmurun artma riskine karşı biz fazla oturamadan bir iki fotoğraf çektirip hemen atladık tramwaya, yine istikamet Dam Meydanı…
Dam meydanına ulastıgımızda yağmur inanılmaz bir noktaya ulaşmıştı, bütün kafeler dolmuş yer bulmak imkansız olmuştu. (Bu arada bizim minik yağmur çamur demeden uyuyordu) Neyse meydanda güzel bir kafede zar zor bir yer bulup (hafif ıslak 🙂 ) bir saat kadar oyalandık. Yağmur azaldı, 1-2 saat içerisinde de hava açtı zaten.
3. günümüzü de Rembrandtplein ve Begijnhof civarlarında geçirdik. Begijnhof’un hemen yanında meşhur bir caddeleri var, sağlı sollu mağazalar olan bir alışveriş caddesi. Oralarda dolaştık. ve tabiyki yine kanallarda…
Ertesi gün sabah 9da Paris’e trenimiz olduğu için çok da geç olmadan Amsterdam’a veda ettik…
Amsterdam Çocukla Gezmeye Uygun Muydu?
Çok büyük bir sıkıntı yaşamamakla beraber öyle çok da çocuklara uygun bir yer değil aslında. Zaten çok fazla çocuk görmüyorsunuz sokaklarda. Örneğin hiç bir restoranda alt değiştirme yerine rastlamadık, ya sokaklarda arabasında kafede koltuklarda değiştirdik.
Pariste hemen hemen her sokağın kösesinde bir çocuk parkı vardı, Amsterdam’da hiç görmedik. Ama meydanlar yeterli oldu aslında. Eksikliğini çok da fazla hissetmedik.
Tek pozitif yanı, tramwayda çocuklu olanlar orta kapıdan biniyordu ve yer yoksa genç/yaşlı muhakkak size yer veriyorlardı. Böyle bir zorunluluk varmış.
Şehir çok düz olduğu ve nispeten küçük bir şehir olduğu için heryere nerdeyse yürüyerek gidiyorduk. Çok az tramway kullandık. Günde ortalama 20-25km yürüyorduk. Şansımıza Arda bebek arabasında çok sıkıntı çıkarmadı. Meydanlarda dolaşırken ya da yemek yerken enerjisini atıyordu heralde, normalde çok bebek arabasında oturan bir çocuk olmamasına rağmen genelde oturdu arabasında. Yanımıza götürdüğümüz iki üç tane küçük arabası vardı… Ne oynadı onlarla.. Bütün amsterdam’ın sokaklarında yürüttü.. Ikea’nın hayat kurtaran arabaları 😀
Tabi çocukla gittiğimiz için hiç bir müzeye giremedik. Özellikle Anne Frank, Rijkmuseum ve Van Gogh Müzelerine gitmek isterdim.
Arda’nın Yemekleri: Türkiye’de bile en büyük sorunlarımızdan biri Arda’nın yemekleriyken, seyahatte ne yaptık?
Yanımızda neler götürdük neler 🙂 Arda’nın bavulunu hazırlamak benim için gerçekten büyük bir iş… Kıyafeti, bezi, ıslak mendili, ilacı, vitamini, battaniyesi, ateş ölçeri ve asıl önemli konulardan biri yemekleri!!! Yani yanımızda bayaaa bir yemekle gittik 🙂
Kahvaltı: Daha önceden paylaşmıştım, ben Arda’ya hala sabahları karışım veriyorum. Yumurtasını ayrı yiyor, sonrasında yulaf ezmeli, peynirli, cevizli, pekmezli, sütlü, meyveli karışımı yiyor, sonra biz kahvaltı ederken de ballı ekmek yiyor 🙂 (Duyan maşallah diycek ama kilosu ortada 🙂 )
Neyse… Ben yanımda küçük kaplarda yulaf ezmesi, toz halinde devam sütü, dövülmüş ceviz, pekmez götürdüm. Oraya gittiğimizde de muz ve yumuşak peynir satın aldık. Böylece sabah kahvaltı için sıcak su oldu mu yetiyordu. Arda zaman farkı ve havanın erken aydınlanması sebebiyle oranın saatiyle ilk gün 5, ikinci gün ve sonrası 6 civarı uyanıyordu. O saatte zaten kahvaltıya inme şansımız yok. Sabah cattle’da su kaynatıp, kahvaltısını hazırlıyordum. Bir de yanımda küçük balparmak kavanozlarunda bal götürmüştüm, sonra biz kahvaltı ederken de ballı ekmek yiyordu.
Bir de benim geçen sene İBS’de keşfettiğim favori atıştırmalıklarımdan Moms Natural Foods’un granolasını götürdük. Arda onu sütsüz, yoğurtsuz kıtır kıtır yemeye bayılır. Onu da bazen ara öğün, Paris’teyken de odada cattle olmadığı için kahvaltı olarak yedi.
Yani kahvaltı tarafında genel olarak pek sıkıntı çekmedik, sadece yumurta yiyememiş oldu..
Diğer öğünler bu kadar rahat değildi tabi 😦 Pizza, makarna veya hamburgerin köftesini yedi. Bazı seyahatlerde yemek termosunda yemek götürüyorum. Bu seyahatte yetiştiremedim ama en azından ilk günün öğlen yemeğini kurtarabilmek için iyi bir çözüm oluyor. Tavsiye ederim 🙂
Yanımızda muhakkak ceviz, badem, kuru üzüm, kuru dut içeren sağlıklı atıştırmalıklar oluyor. aralarda hep onlardan yedi. Hem onları yemek için arabasına da oturuyordu… Her yönden faydalı yani 😀
Genel İzlenim
Genel olarak Amsterdam’ı çok beğendik. Bir daha gidermisin derseniz, neden olmasın… Belki bu sefer çocuksuz 🙂 Bisiklet kiralayıp Amsterdam ruhunu daha iyi yaşamak, gezemediğimiz müzelerine gitmek, yeldeğirmenleri ve çevredeki ufak köylere gitmek güzel olabilir… Belki bu sefer Belçika Amsterdam turu yaparız…